10 Ağustos 2008:
Pazar günü uçakla Van’a gittik ve aynı gün Doğubeyazıt’a geçtik. Yolda Tendürek
dağının lav küllerinin olduğu geniş vadinin yanından geçiyoruz. Tek kelimeyle
inanılmaz bir görüntü. Doğubeyazıt’a giderken Gemlikte şairin dediği gibi
denizi göreceksin şaşırma ama ben dağı ilk gördüğümde şaşırmaktan ziyada bir
korku başladı. Tanrım biz ne yapıyoruz. Ben böyle heybetli bir dağ beklemiyordum.
Resimlerin aksine gerçek görüntüsü çok farklıydı.
11 Ağustos 2008: Sabah 0700 de yapılan kahvaltının ardında
eşyalarımızı da alıp küçük bir minibüsle Ağrı dağının eteklerine yolculuğa
başladık. Dağın eteklerinde yaklaşık 1700 metreden itibaren ilk kamp noktası
olan 3200 metreye doğru hareket ettik. Minibüste giderken mümkün oldukça dağla
göz göze gelmemeye çalıştım.
Arkadaşlarda sadece sırt çantası varken bende artı olarak fotoğraf makinesi ve objektiflerin ve diğer fotoğrafçılık malzemelerinin yer aldığı çantayı
taşıyordum. Gramın bile önemli olduğu böyle bir tırmanışta artı bir yük taşımak
zorundaydım. Ağırlıktan, molalarda olduğum yere çöktüğüm bile oldu.


Direk olarak hissettiğimiz ilk şey havanın değişmesi ve yükseldikçe
şartların zorlaşması. Ağrı dağı yapı olarak bir sönmüş volkanik bir dağ.
Çevresinde ve üzerinde hiçbir ağaç veya benzer bir bitkiyi bulmak mümkün
değil. Göreceğiniz tek şey kaya ve kum.
Yaklaşık 6 saatlik bir yürüyüşten sonra ilk kamp noktası 3200 metreye vardık. İlk
iş kamp yerinde çadırlarımızı kurmak oldu. Sonrasında yarın yapılacak zorlu
4200 yürüyüşü ile ilgili değerlendirme yaptık. Rehberimiz Zeki abiye abi ben
zirveye tırmanışını yapabilir miyim? Bende o potansiyeli görüyor musun diye
sordum. Zeki ağabeyin ve diğer arkadaşların dediği pek mümkün görünmüyor
şeklinde idi. Birçok kişinin zirve yürüyüşünü 4800 metreden sonra hatta 5000
metrede bile bıraktığını ifade etti. Zirve yürüyüşünden sonra ne demek istediğini net bir şekilde anladım.
Çünkü dağda belirtilen 100 metre sadece yükseklik gideceğiniz mesafe değil.
3200 kampında kalan sürede çevreyi gezip fotoğraflar çektim. Kampta
İranlılar komşumuzdu. Dağcılığın İranlıların ulusal bir sporu olduğunu burada
öğrendim. Bir ara İranlı bir bayan yanımıza gelip bizimle fotoğraf çekmek
istedi. Devamında ben de iadeyi ziyarete gidip İranlı bayanla fotoğraf çektim.
Sonrasında fotoğraf çekme faslımız komşularımızla yaklaşık 2 saat sürdü.
12 Ağustos 2008: Sabah gün ışığıyla uyanıp kahvaltı
yapmamızın ardından çadırları toplayıp eşyalarımızı yüklenip 4200 metre kamp noktasına yürüyüşümüze başladık.
3200 dağda görebileceğiniz son yeşil ve düzlük alan. Sonrası sadece kaya ve
yükseklere tırmandıkça daha da eğim artıyor. Yaklaşık 5 saatlik bir tırmanışın ardında 4200
metre kamp alanına vardık. Toprak bir alan olmadığından kayaların üzerine çadırları
kurduk. Rehberimizin belirttiği olabilecek en iyi yere çadır kurduğumuz
şeklindeydi. Dağın normal zamanında buralarda yer bulmak çok zormuş.
Bulutların üzerinde olmak sanırım bu
olmalı. İklim ve hava basıncı tamamen değişti. Bende baş ağrısı ve buna bağlı
olarak ateşim yükseldi. Ağustos ortasında kışlıkları giydik. 2 kere kar
yağdığına şahit oldum, yağmur ve rüzgâr da cabası. Açıkçası özellikle ağustos ayında kar
yağdığını görmek ve kış yaşamak çok büyük bir keyifti. 4200 kampında yerleşimin
ardında fotoğraf çekmeye devam.
Akşama doğru ertesi gün yapacağımız zirve tırmanışıyla ilgili bir
değerlendirme yaptık. Rehberimiz Zeki abi sabah 0200 kalkarız ve 0230 gibi de
zirve yürüyüşüne başlarız dedi. Açıkçası dinlerken şaka yapıyor sandım,
ciddiymiş. Zirve yürüyüşünün erken başlamasının sebebi sabah gün ışığıyla
birlikte zirvede olmak ve buzulda şartların gün içinde en iyi olduğu
saatlermiş. Bir de olası hava şartlarında bir değişim olduğunda aydınlıkta geri
dönüş için daha fazla gün ışığında vakit olması.
Günün kalan süresinde yanımıza almamız gereken malzemeleri hazırladık.
Özellikle 5000 metreden sonra ayakkabımızın altına takmamız gereken kramponları
hazırladık. Gün içinde yine zeki abiye
ben zirveyi görebilecek miyim? 5137 metreye ayak basabilecek miyim diye tekrar
sordum? Sağ olsun, beni takip et ben
tempoyu sana göre ayarlayacağım zirveyi
de göreceksin dedi.
13 Ağustos 2008: Tarihi gün. 0200 gibi Zeki abinin sesiyle
uyandık. Dışarıya çıktığımızda çok iyi bir hava vardı. Her yer karanlıktı ve
elini uzatsan yıldızlara dokunabileceğin bir görüntü vardı. Karanlıkta
görebildiğimiz tek şeyde bunlardı. Tek problem ayağımızı basacağımız yeri
pardon kayayı görmememizdi.
Kahvaltının ardında ellerimizde ışıldaklarla kayaların üzerinde yürüyüşe
başladık. Zeki abinin liderliğinde ve peşinde ben olmak üzere tek sıra olarak
yürüyüşe başladık. Bu sırada gördüğüm ve takip etiğim rehberimiz Zeki abinin
ayakları ve yerdeki kardı.
4200 den yürüyüşe başladıktan bir
saatlik bir süreden sonra kaç metredeyiz abi şeklinde bir serzenişimiz oldu. Yukarılardan bir yeri gösterdi 4300 metre şurada diye ışıkla gösterdi. İlerleyen
noktalarda nasıl tırmandık bilmiyorum ama giderek dik bir tırmanış halini
almaya başladı. Zirve yürüyüşü tam bir erk, azim ve irade gerektiriyor. Bir ara arkadaşlardan birinin ben uyumak istiyorum sözüyle
uykumdan uyandım.
Asıl güzel ve etkileyici olan havanın aydınlanmasına doğru dağın gölgesinin
ovaya yansımasıydı. Bu güne kadar çektiğim en güzel ve keyifli fotoğraflarımdan
bir bu oldu. Soğuktan değil de bu görüntüden ürperdim. Fotoğraf makinemin bir
bataryasıyla normal şartlarda 400–450 fotoğraf çekerken bu yükseklikte ancak 30
fotoğraf sonrası batarya bitti.
4700 metreye geldiğimizde çantamda yer alan suyu bile bulamayacak kadar
yorulmuştum. Arkadaşlar sağ olsun. 5000 metre işte buzulun başladığı ve zirvenin
net bir şekilde göründüğü nokta. Son 137 metre zirveye. Ekibimizden 2 arkadaş
bizden buraya kadar diyip zirveye devam edemeyeceklerini söyledi. Kesinlikle bu
dediklerini kabul etmedik ve tüm ekibin bu tırmanışı yapacağını ve kendilerine
her türlü desteği vereceğimizi söyledik tabi söylerken şöylede bir durumda
vardı bize kim destek olacak.

Kramponları takmamızın ardında açıkçası bu noktada ellerim ve yüzüm dondu.
Soğuğu iliklerime kadar hissettim. Zirve tırmanışını en kritik anları başlıyor.
Bende de pek güç kalmamıştı. Zirve sanki çölün ortasındaki bir vaha gibi gördüğün
ama ulaşması mümkün olmayan bir nokta gibi görünüyordu. Zirvenin en tehlikeli
noktası ise ipli geçişin olduğu noktaydı.
Bu nokta dağcı İskender Iğdır’ın da öldüğü noktaydı. Bu noktadan son
derece dikkatli bir şekilde geçtikten sonra açıkçası benim enerjim bitti. 5
adım atıp durup tekrar dinlenip 5 adım tekrar yürüyerek devam ettim. Ne bitmez
yoldu. Buzula elimi dokunduğumda elimde eldiven olmasına rağmen elektrik
çarpmış gibi oluyordum.


Ve tarihi an zirve. İşte orada ama kim gidecek. Durdum. Hadi son bir gayret
batonda bir işe yaramıyor buzula batıp çıkmıyor. Sonra bizden birilerin zirveye
ulaştığını gördüm. Son bir gayret ve işte zirve. İnanılmaz bir duygu bütün
yorgunlukların ve baş ağrısının sonu. Başımızda bir Ağrı vardı ve o Ağrı artık
geçmişti çünkü biz o ağrının tepesindeydik. Tüm bu çabalar 10 dakika içindi. Bir
tarafta İran, Ermenistan ve Türkiye üç ülkeyi aynı anda birden görebiliyorduk.
Fotoğraf çekmemizin ardında ne yazık ki tipi başlayınca her taraf kapandı ve
dağdan İran ve Ermenistan tarafını çekemedim ama olsun yinede zirvede birbirinden
güzel fotoğraflar çekmiştim.




Dönüş, böyle bir şey mi varmış. Zirveden dönüş tıpkı şeye benziyor hayatın
gerçeklerinden kaçarsın da bir noktada artık kaçamazsın yüzleşmek zorundasındır
tam ona benziyor. Çıkıştan daha zorlu ve kıyaslanamayacak kadar tehlikeli. Ve
de en büyük dezavantaj gram yürüyecek gücün kalmaması. Oysa çıkarken kendimi
iniş kolay olacak diye kendimi avutuyordum. Nasıl indim bilemiyorum ama
yaklaşık 4 saat sürdü. Sol tarafımızda bir uçurum yer alıyordu ve de kenarından
da yürümek zorundaydık. Kampa vardığımda ki o an inanılmaz bir andı çadıra
kendimi zor attım. Ancak akşam saatlerinde kendime gelebildim ve dışarıya
sadece yemek için çıkabildim.


14 Ağustos 2008: Günün ilk ışıkları çadırımıza vurmasıyla birlikte
çadırlarımızı ve eşyalarımızı toplayıp dönüşe başladık. Önde Zeki abi harpten zaferle dönmüş bir ordu
komutanı edasıyla ve peşinden biz. Mutluluktan nerdeyse Ağrı dağından uçup
çayır çimene düştüm türküsünü söyleyeceğiz. Ne mümkün şakası bile adamı
korkutuyor. Bu türküyü yazan belliki dağı bilmiyor. Uçsunda görsün çayır
çimeni.
Dönüş de açıkçası keyfini çıkara çıkara iniyoruz. Yanımızda çocuklara
verilmek üzere getirdiğimiz çikolata ve benzer şeyler. Gerçi çıkarken
dağıtacaktık açlık korkusu ağır bastı. Dağda 3200 seviyesinde çobanlara ve
koyun sürülerine rastlamak mümkün. Çobanlar genelde 10-15 yaşlarında. Bir
şeyler ikram etmezseniz fotoğraf çektirmiyorlar, kaçıyorlar. Burada bir de
çobanlara yardımcısı köpekler var ki çok korkutucu.
Yaylacıların çadırlarına uğradık ikramları olan ayran ve çaylarından içtik.
Bir takım el işi ürünler satıyorlar. Bir kaç tane mecburen satın aldım ancak
öyle bir kaç fotoğraf çekmek için ikna
edebildim.
Of ya kaç gün oldu bilmiyorum düzgün bir yerde uyumayalı ve duş almayalı.
Öğleye doğru 1700 yürüyüşe başladığımız noktaya vardık. Aynı minibüsle geri
otele döndük. İlk yaptığımız şey otelin lobisinde bira içerek kutlamak oldu.
Durmak yok yorgun olmamıza rağmen bu bölgede dağın dışında İshak Paşa sarayı, meteor
çukuru ve Nuhun gemisi yer alıyor. Mustafa abiye rica ettik bu gün gezelim
diye. Ertesi gün yolculuk var gelmişken mutlaka görmek lazım. Bir saat
sonrasına randevulaşıp odalarımıza çıktık.
Sinan Tarakci
Ağustos 2008